25 Şubat 2010 Perşembe

Sevgili Bubble Town




Sevgili Bubble Town,

3. goz agrim sen cok degistin! Senden once cocukluktan beri hayalim bir gun Mayin Tarlasi oyunu rekortmenliginden para kazaniyor olmakti, sonra umut olarak uzun tetris cubugunu bekleyen guruhtan biri oldum. Iste boyle biriyim ben, oyundan anladigim sen ve senin gibi seyler, benim icin maksimum oyun Mario'dur, PS olayina girsem Little Planet olurdu ama alakam yok. Ama sana bagimliydim iste, elimde degildi.

Mektubumun 2. paragrafina seninle ilgili bir animi sana anlatarak baslamak istiyorum izninle. Gunlerden birgun ben arkadaslarimla evde pineklerken tesaduf eseri alakasiz bir baglanti ile Altin Portakal'a kisa film gondermek isteyen genc bir yonetmen bizim eve filmini cekmeye gelecekti, ranza olan ev lazimmis. Istanbul'da bir tek o evde ranza vardi herhalde bilmiyorum artik. O gun geldi catti, cocuk ve ekibi kapiyi caldi, ben de actim. Bir de ne goreyim, filmi cekecek cocuk tv'de bol bol boy gosteren dalyan gibi bir delikanli. Tabi o zamanlar ben de genc bir kizim, cocuk genc kizlarin sevgilisi kategorisinde, ama benim sevgilim degil, ne is? Neyse benim bu konumda biri olarak 'eeeeooo seyyy ehueheueeheeueue hosgeldiginiz eheuuheheuheuhue' diye bos bos konusup, cocugun suratina hayran hayran bakmam gerekiyordu. Ama ben tam o an fark ettim ki sevgili bubble town, kapiyi kucagimda lap top, seninle oynarken acip, 'hosgeldiniz' gecin iceri' diye acip tum konsantrasyonumla bunyendeki bubble'lari yok etmeye devam ettim. Bunu fark ettigimde tedaviye ihtiyacim oldugunu anlamistim artik, senden kurtulmanin vakti gelmisti.

Ajanslarda calistigim donemlerde is yokken patrondan bubble town oynadigin nasil saklanir konulu taktikler gelistirdim. Cansu ile soyle diyaloglar yasardik gtalk'ta: -naber?, -iyi, bubble town. sen? -ok, ben de. -by.

Bunlari sana cemkirmeye son derece hakkim oldugunu belirtmek icin anlattim. Sen ne yaptin bubble town? Adini gittin Bubble Town Party Planet yaptin, kayitli tum siralamalari sildin. Benim rekorumu sen nasil silersin!? Ben ona yillarimi verdim be, butun reputasyonumu bir kalemde silip attin. Abuk subuk kurallar getirdin, tam onlara alistim, 'save and exit'ini sevdim, simdi de onu kaldirdin. Tam gozlerimi sana feda edip, her bos vaktimde cocuklar gibi sen olup sana siginip 12. level'a geliyorum, ERROR veriyor her seyi sifirliyorsun. Mal misin abi? Tek yapacagin bir sey var, onu da yapamiyorsun.

Her seyi biraktim, parali oldun??? Ne alaka, hangi hakla? Bir de sana para mi vericem allah askina. Bi git allasen ya. Birakiyorum ulan seni, tetrise geri donuyorum.

Opmuyorum da hem, bay!

Eda

Topunuzu Öptüm Bay...

Sevgili ailem,
Babannemin ameliyatını benden gizlemeniz bunu sonsuza kadar öğrenemeyeceğim anlamına gelmiyor. Eninde sonunda öğrenip, üzülüp endişeleniyorum işte. Üstüne bir de size kızıyorum. Etti 3 olumsuz duygu. Hadi bu defalık iyileştiği için sizi affediyorum ama bi' daha olmasın. Öptüm bay.


Sevgili Tortop ailesi,
Size fikir verin diye bi' soru sordum ama siz ne yaptınız? Kütüphane gönderdiniz. Ayıp denen bi'şey var. Soru da sorulmuyor size. Bu kitapların ederini ödemek isteyince de çamura yattınız üstelik. Belli ki kiminle dans ettiğinizi farketmediniz bunca yıldır. ama bu yaptığınız yanınıza kalacak mı? Hayır! Yakında görüşeceğiz! Sizi de öptüm bay.


Sevgili Eda Demir,
Ne zaman hadi toplanalım, eğlenelim coşalım desek ilk sevinç çığlıklarını atan sen, bu buluşmalardan birine gelmeyi düşünüyor musun acaba? Hayır son dakika arızaları hep seni buluyorsa "evet buluşalım, oh ne şahane, hı hı evet" diyip bizi de heveslendirme bari. Beni oraya getirme Eda Demir! Seni de öptüm bay.

Ebru Baranseli

Sevgili Starbucks...


Sevgili Starbucks,

Sen de bilirsin, birçok insan en sevdiği kahveyi seçmekte zorlanıyor. Yıllardır müşterinim, aramız genelde hiç bozuk değildir, sayende "aradığım" kahveyi de buldum. Aylardır büyük bir mutlulukla sabahlık-kahve ikilisinin en önemli parçası olan Tanzania'mı bana kazandırdın. Onu içtikçe bazen tek ihtiyacım olan şeyin o olduğunu düşünüyordum. Birlikteliğimizin o güzel ahenginden bahsetmeye kelimelerim yetmez sevgili Starbucks.
Hafif baharatlı, sert bir kahve olan Tanzania, sabah akşam öğlen her zaman çok iyi geliyordu. Sabahladığım gecelerde yol arkadaşımdı.
Ama sen ne yaptın canım? Kaldırdın kahvemi! Neymiş efendim, dönemlik bir kahveymiş bıdıbıdımış!
O iğrenç Sumatra adlı kahven duruyorken ne istedin canım Tanzania'mdan? Görmüyor musun, methiyeler düzdüm kahveye! Diyeceksin ki, bir sürü çeşitimiz var onlardan alsana.
ALMİÇÖM efendim. Bana ne!
Bana alternatif olarak sunduğun o kahveleri de sevmedim ayrıca. Sumatra ne ya ayrıca? Adeta bir çamur adeta bir iğrençlik.

Neyse, en kısa zamanda Tanzania'mı geri getirmen ve tatlılarının kalorilerini azaltman dileğiyle (yalnız elini çabuk tut, bendeki pakette son 4 kaşık kaldı),
Öptüm bay!

e.

22 Şubat 2010 Pazartesi

Sevgili Bulasiklar

Sevgili Bulasiklar,

Bitmeyi dusunur muydunuz canlarim bir ara? Sizin hic ardiniz arkaniz kesilmeyecek mi? Aa bulasiklari da yikadim bitti diye bir sey yok mu? Hayir yani biz de icabinda ev isi yapan insanlariz, ben sizinle ne kadar ilgilendiysem ayni sekilde yer falan da silip supurdum. Tamam onun da bir dayanma suresi var ama sizin kadar da nankor degiller asla. Sizden yerle bir olmanizi rica ediyorum o yuzden, yer gibi davranin, temizlendiyseniz temizlendiniz, bu kadar talepkar ve doyumsuz olmayin.

Sizin icin her seyi yapiyorum, sizi yalnizca kullandigimi dusunuyor ve benden nefret ediyor olabilirsiniz. Ama oyle degil! Sizi kullaniyorum evet, ama sonrasinda gereken tum ilgiyi gosterdigime eminim. Lutfen bu iliskide benim kadar siz de ozverili olun. Kullaniyorum ama dunyanin duzeni boyle, bir gun olsun sonrasinda sizi yikamadigim oldu mu? Hem de narin narin en guzel kokulu deterjanlarla yikiyorum yumusak yumusak. Sonrasinda itina ile diziyorum bulasikliga, ne guzel yan yana bahcede takiliyorsunuz. Ne istiyorsunuz anlamiyorum ki, hep dolapta daralip kalmayin, arada disari da cikin istiyorum, ne bileyim sizi havuza, su parkina goturmusum gibi falan dusunun. Sizi o diger arkadaslariniz gibi makinada yikamadigima kiziyorsunuz belki ama hicbir sey disaridan gorundugu gibi degil, ona girince mideniz bulanabilirdi, kulaginiza su kacabilirdi, hic rahat bir yer degil orasi, siz daha havadarsiniz.

Ne bulasiklar var biliyor musunuz siz, ne hayatlar var? Ya bekar ve erkeklerin yasadigi ogrenci evlerinin bulasiklari olsaydiniz, ha? Oyle butun gun pis pis ust uste dursaydiniz, hatta gunlerce!? Hayatta her sey bulasiklar icin, basiniza her sey gelebilirdi. Fedon'un eline dusup, dogdugunuz gun oldurulebilirdiniz. Ben ise sizi hic kirmadim, aranizda kirdiklarim oldu ama yani dunya boyle, sonlu, bir gun hepimiz oteki tarafa gidecegiz.

Bilemiyorum yani, bulasik konusunda hassas oldugumu dusunuyorum ama sizden karsiligini alamadim. Varsa yoksa pislik, yok efendim arkami dondugum anda is cevirmeler, hemen kirlenmeler falan. Yani kucucuk seyleri mesele haline getirmeyin, iki kisi karsilikli bi kahve icip bi seyler atistirdi diye hemen celallenip cogalmaniza gerek yok. Yikiyorum yikiyorum bitmiyorsunuz lan!

Neyse, yikanmislarinizdan birkacinizi optum bay!

Eda


kolpalikta son nokta

18 Şubat 2010 Perşembe

Sevgili Hizmet Sektörü Çalışanları ve Özellikle Garsonlar...

Hepiniz değil, ama bir kısmınız (ki son dönemde her yerde karşıma çıkmaya başladı o "bir kısım" insanlar) beni uyuz ediyorsunuz.

İsterseniz hikayeyi başa alalım.

Benim babam turizm sektöründe çalışıyor. Otellerde müdüriyet pozisyonlarında çalıştı, çalışmakta. Haliyle hayatıma "nerden baksan 355 gün iş" diye bir kavramın girmesinden önceki mutluluk ve neşe dolu 22 yıl boyunca ben yılın 3 ila 6 ayını hep otellerde geçirdim.

Normalde otellerde müdürün oğlu, patronun çocuğu filan şımarık olur, yavşak olur. Ama babam çalıştığı pozisyonu babasından miras almadığı için, biz(abim ve ben) sürekli çalışanların ne kadar zorlandığını, nasıl yorulduklarını dinleyerek, görerek ve hatta zaman zaman bizzat o pozisyonlarda çalışıp tecrübe ederek büyüdük.

Bu yüzden eğer siz hizmet sektörü çalışanları, özellikle garsonların halinden anlayacak biri varsa o da benim.

Ama bu benim, müşterinin, karşısına bir karış suratla gelip, sana bahşiş olsun diye bozuk para bulmaya çalışırken afra tafrayla hofurdanmanı haklı göstermez sevgili denyo garson kardeşlerim.

Eğer incileriniz dökülüyorsa bu işi yapmaktan, siktirip gidebilirsiniz. Sektör mü kalmadı? Gidin masa başı bişeyi olun. Gidin bir özel şirkette Selçuk Erdem karikatürleri forward edin.

En başta dediğim gibi, son zamanlarda karşıma çok çıkıyorsunuz, bir gün birinize çok fena patlıycam. Uyarmadı demeyin.

Öptüm bay.

Onur Cengiz

Sevgili Muavinler...

Sevgili muavinler,

Ben, hayatı yollarda geçen biri olarak hemen her türlünüzle karşılaştım sanıyorum ancak her yolculuğumun sonunda beni tekrar tekrar şaşırtmayı başarabiliyorsunuz sizler. Nasıl becerebiliyorsunuz bunu? Cidden soruyorum, öyle yazımda laf salatası yapayım diye değil, biriniz çıkıp cevaplayın diye.

Öyle ki, artık sizlerle ilgili bizleri sinir eden, güldüren, şaşkına çeviren detayları bir kenara not etmeye başladım ufak ufak. Takribi bi' 15-20 sene sonra da hakkınızdaki kitabımı raflarda bulabilirsiniz. O denli doluyum sizlere karşı. JK Rowling'i tahtından edecek bir yapıtla geleceğim 30larımın sonu, 40larımın başı gibi.

Öncelikle, burada bir şikayet mektubu yazdığımızdan mütevellit, genel olarak bizleri gıcık ettiğiniz durumların 1-2 tanesinden söz edeceğim. Çok da uzun tutmayacağım ama, kalanını kitapta bulabilirsiniz.

Şimdi. Muavinlik genç adam işi. Geneliniz başka bir iş bulana kadar idarelik yapıyor bunu. -belki de tüm garipliklerinizin başı bu ama olsun, bize de malzeme çıkarıyorsunuz bahaneyle.- Otobüste kaptanların ve onca insanın ağız kokusunu çekiyorsunuz, anlıyorum genç adama gelmez bu tarz durumlar. Ama kuzum, her gördüğün güzel kadın yolcuya da alenen asılınmaz ki. Yanında annesi, babası, kardeşi varmış demiyorsunuz, güzel yolcumuza ayrı bir ilgi, efendime söyleyeyim ikramda kusur etmemeler falan. Çok ayıp çok. Sevmediğimiz hareketler bunlar.

İkram demişken. Alt tarafı bir kek yiyip bir de çay içeceğiz ama ben her seferinde geriliyorum o sekans esnasında. Mesela bazılarınız sağlam öküz oluyor. Öndeki güzel yolcuyla veya yaşına hürmet ettiği yolcuyla sizli bizli konuşurken, biz gençlere gelince "ne içiyon?" deme gibi bir huyunuz var. Ben direk iptal oluyorum böyle durumda ve kahvemi isteyip kektir, bisküvidir o olaya girmeden pısıyorum kenara. Ayrıca dökülecekse benim üzerime dökülecek, ne o öyle yarım koymalar sıcak suyu. Yarıdan az koyanınıza da denk geldim birkaç sefer, evlerden ıraksınız.

İlk akla gelen ve çok uzun sürmeyecek şekilde yazabileceğim iki sinir edici özelliğiniz bunlardır efendim. Gün gelir, gülümseten detaylarınızı da bir "öptüm bay" formatına dönüştürüp ekibimizin de izniyle buralarda paylaşırız.

Önce tüm öptüm bay'cıları ve sevenlerini öperim ancak bay demem, candır onlar. Sizleri öpüp öpmemekte bile kararsızım ancak formatımız böyle. O hâlde; tüm emekçi muavinler, hepinizi öptüm, bay!

Erhan Kayakuş

10 Şubat 2010 Çarşamba

Sevgili Diz Denen Organ...

Sevgili diz denen organ,

Aslında önce adını Hakkı koyduğum dizime yazıcaktım bu mektubu ama büyük düşündüm. Topunuza sövmeye karar verdim.
Diz, sen incinme gibi bir lükse sahip organlarımızdan değilsin. Eğer küçücük bir incinmede 6 hafta hiçbir şey yapamayacaksam ben, sen de incinmeyeceksin. Şımarık!
Sevgili dizim Hakkı önce sana gelelim, nasıl da koşuşurduk bahçelerde hatırlıyor musun? O çılgın danslarımızı? Hani spor yaptığımız zamanları hatırlıyor musun Hakkı?
Tek yaptığım şey, karda yalpalamak ve üstünde birkaç kez spor yapmaktı ulan. Organ dediğin biraz sağduyulu olur, der ki "kızcağız şimdi bissürü acı çekecek, dizlik takıcak, o kaşındıracak, hatta kangren yaparcasına sıkacak, ben en iyisi incinmiyim" Ben seni hiç iyi yetiştirememişim Hakkı. Sana verdiğim emeklere yazıklar olsun.
Ha bunla bitti mi? Hayır. En yakın arkadaşımın dizi benden daha kötü. Eş zamanlı olarak çektiğimiz acılar yüzünden konuşmalarımız artık dizlerimize verdiğimiz tavsiyelerle geçiyor. Halbuki biz niye dizden bahsedelim ki, dedikodu yapardık.

Bak seni son kez uyarıyorum, fiziksel olarak sürekli kullanmak zorunda kaldığımız bir konumdasın, ben de seni yormak istemezdim, kol incinmesi gibi yukarlarda tutmak isterdim seni ama olmuyor. Bu yüzden bir büyüklük yapıp senin bize göz kulak olman lazım. Lütfen.
Hakkı'cım seni öpüyorum, en yakın arkadaşımın 2 dizini birden öpüyorum ama takdir edersiniz ki diğer bütün dizleri öpmeyi düşünmüyorum.

Baaay!
e.

7 Şubat 2010 Pazar

Sevgili iPod...

sevgili iPod,

seninle üç senedir acı tatlı anılarımız oldu. kah güldük, kah ağladık, çok memleketler gezdik, çok anılar paylaştık. seni sürekli çantamda, cebimde ve yeri geldiğinde elimde taşıdım. koluma bile taktım lan. evet, yürüyüşe giderken kola takma gadget’ını kullanıp seni kolumda taşıdığım oldu. gerçi o zamanlarda da kulaklıkların her yere dolanıp sürekli kulağımdan çıkarak beni sinir etmeyi biliyordu ama olsundu. yürüyordum ve müzik vardı.

içinde bilgisayarımda olmayan çok eskiden kalma şarkılar var, efendime söyleyeyim bir takım fotoğraflar var, film bile var lan. bir iki bölüm family guy var.

bugüne bugün senden vazgeçemediğim için hem iPhone hem iPod taşıyan kro insan oldum. o yargılayan bakışlara göğüs gerdim. her şey sadece müzik içindi. üstelik telefonumu salladığımda shuffle yaparken sen de sadece next’e basabiliyordum. ona rağmen seni tercih ettim çünkü aramızda gönül bağı vardı. bi de ne yalan söyliyeyim telefonun şarjını çok bitirmek istemiyordum. ayrıca içindeki şarkılar bilgisayarımda yoktu şerefsiz.

sana değil belki ama içindeki şarkılara paha biçemiyorum, belki normal bi zamanda olsaydı sana da paha biçemezdim ama şu an biçiyorum şerefsiz. biçiyorum allahsız. gözümde beş para etmeyen neredeyse obsolete bir tekonolojik aletsin.

kapitalizmin kölesi olup yan ürünün ne varsa aldım, seni silikon kılıflara sardım be iPod. sana gösterdiğim ilgiyi belki sevdiklerime gösterseydim şu an toplumda örnek davranışlarıya parmakla gösterilen bir birey olurdum. ama sürekli seninle vakit geçirmekten toplumdan soyutlandım, sürekli kulağımda müzikle gezdiğim için çok defalar ezilme tehlikesi atlattım.

şu an bu satırları içindeki 29GB müzikten bir nebze olsun GB kopartmaya çalışırken yazıyorum ve şunu bil ki başaramazsam seni belki de kırabilirim iPod. garanti veremiyorum.

aldığm kulaklıklara mı yanayım, beni böylesine yarı yolda bırakmana mı yanayım şarkılarımın sırra kadem basmasına mı yanayım he iPod, he?

bir daha seni görmek istemiyorum, yaşadıklarımızı da unutmaya çalışacağım. seni tarihin karanlık sayfalarına gömüyorum non-sevgili iPodceğizim.

haaa belki bi anda hiçbir şey olmamış gibi düzelirsin, işte o zaman çok sevinçlenirim.

sevinçlenemezsem de artık kısfmet.

öpsem mi bilemedim? bay.

sera akture

5 Şubat 2010 Cuma

Sevgili Otomasyon...


Sevgili otomasyon,

Önce sadece Mimar Sinan'ınkine sövücektim ama öğrendim ki birçok öğrencinin başını ağrıyormuşsun. Bana bak sistem, seni koskoca yılda 5 kez falan kullanıyoruz. Bi dönem başlarında derslerini seçmek için, bi de sonlarında notları öğrenmek için bi de arada canımız falan sıkıldıysa kredilerimize bakmış olabiliriz. Ama sen her defasında çökersen olmaz ki! Hayatın boyunca yaptığın tek istikrarlı şey çökmek! Hayatımızı kolaylaştırmak kisvesi altında hayatımızı zindan ediyorsun.
5 senedir bu okuldayım, sadece bir dönem sorunsuz ders seçebildim, resmen gözlerim yaşarmıştı. Bir keresinde hatırlar mısın bilmiyorum, dönemimi bile dondurmuştun ben istemediğim halde. Ya peki seçemediğimiz "seçmeli" derslerine ne olucak? Ulan ders seçme Pazartesi başlıyor, seçmeli dersler zaten çoktan bitmiş oluyor. Ne alayım yani "Hayat Sigortaları Matematiği" mi?
Eski usulle gidip hocaların peşinde koşsak çoktan biterdi bu işler. Bıktım senden lan, vallahi bıktım. Bir açılırsın bir açılmazsın, her dersi vermezsin, işine gelince okulumu dondurursun, seçemeyeceğimiz dersleri verirsin hocalar bizi bırakır... Vesaire vesaire vesaire... Gördüğün gibi asla bitmiyor. Senin mağdurların Facebook'ta grup bile açmışlar be. Yuh.
Artık doğru düzgün çalışmanı istiyorum, ana işletim sistemin Ankara'daymış, o artık İstanbul'a mı taşınır ne olur bilemem ama git kendine çeki düzen ver. Tatile falan çık gerekirse, gerçi sürekli bir tatil halindesin ama.
Ulan sırf bir ders seçebilmek için sabah 4'e kadar uğraşıp, saati 6ya kurup güç bela seçip uyuduğum günleri bilirim. Sadece bir ders için bilgisayar başında 3 saat oturduğumu bilirim.
Yeter be!

Ne öpcem senin gibi beceriksizi, aptal!
Öpmedim bay!

e.

1 Şubat 2010 Pazartesi

Sevgili Düşmek...

Sevgili düşmek,

Yıllarca "Ben düşmem!" diyip övündüm, çıldırasıya direndim sana karşı gelmek için. Kazandığım deneyim ve olgunlukla, "Bu dünyada kim düşmez?" diye soranlara "Tabii ki Çağrı düşmez, ya kim olacağıdı" dedirtir oldum. Düşenlere çeşit çeşit uzvumu kullanarak güldüm, kahkahanın hasını, gülücüğün en büyüğünü attım...

Ve sonunda ben de düştüm...

15 yıllık birikim, deneyim, profesyonellik 1 saniyede yitip gitti sevgili düşmek... Artık normal bir insanım. Küçükpipice'de yaşayan Metin'den, Zeytinburnu'nda yaşayan Osman'dan, Dudullu'da doğup büyümüş İsmet'ten hiçbir farkım yok. Artık "normal" bir insan, topraktan bir canım ben de.

Ne oldu bize? Niye yaşadık bunları? Niye bu şekilde oldu, niye "orda" oldu?

Ben niye Taksim Burger King'in ortasında "fiyup fiyup fiyup" diye bir süre tepindikten sonra "pıp" diye düşüverdim? Hani ben düşmeyecektim? Hani senle böyle anlaşmıştık? Ne oldu kanımla imzaladığım anlaşmamıza!?

Hala kâh popom, kâh dizim, kâh avuç içlerim ağrıyor düşmek. Başkalarına nasıl güldümse yıllardır, kendime gülüyorum artık.

Yine de kızgın değilim sana düşmek... Olacağı varmış demek ki. Ama 15 yıl düşmeyip, 15 yıllık birden düşmek de gereksizdi şimdi, kabul et. Daha hafif, daha nazik bir şey olabilirdi hani?

Her yerim ağrıyo lan!

Hufh! Öptüm bay!

Çağrı

Temsilidir

öptüm bay!  © Blogger template por Emporium Digital 2008

Voltar para o TOPO